Bu kızın, o yaştan sonraki eğitimi ve yaşantısı üzerine sohbet ettik o akşam.
DEMOKRASİLERDE HERKESE EĞİTİM 2 (1.ABD,2.İngiltere,3.Türkiye)
2.İngiltere: 1976 yılı, Yaz döneminde, Türkiye Cumhuriyetini temsilen UNESCO seminerine çağrıldım. Seminer, İngiltere’nin Manchester ilinin Lancaster Üniversitesinde yapılıyordu. Çarşamba günleri, saat 09.00-13.00 arasındaydı seminer çalışmaları. Bir Çarşamba günü; saat 14.00 dolayında, üniversite kampusundan çıkarak, yürümeye başladım caddede tek başıma. Cadde üzerinde bir okul gördüm. Okul bahçesine girdim. Müdür odasını buldum ve müdüre tanıttım kendimi: -Türkiye'den geldim. Seminere katılıyorum. Sakınca yoksa bir saat ders izlemek istiyorum okulunuzun bir sınıfında. Müdür iyi karşıladı beni. Buyur etti, oturdum bir koltuğa ve dedi ki: -Bu dersin çıkmasına az kaldı. Gelen ders alırım sizi bir sınıfa. Sohbet başladı. Türkiye üzerine, seminer üzerine konuştuk bir süre. Derken derse giriş zili çalmış. Müdür kalktı koltuğundan, ben de. Bir sınıfın kapısına götürdü beni müdür ve kapıyı çaldı. Öğretmen açtı kapıyı. Önce fısıl fısıl konuştular. Sonra beni tanıttı müdür, öğretmene. Öğretmen, BUYUR etti sınıfa.6 sınıftı burası. Sıralarda ikişer öğrenci oturuyordu. Pencere kıyısındaki, önden dördüncü sıraya oturdum. (Derste canım sıkılırsa pencereden dışarıyı izleyeceğim.) Benim oturduğum sıranın önünde, diğerlerine göre şişmanca bir öğrenci vardı. Bu öğrenci, iki elini sıranın üzerine koymuş, başını da ellerinin üzerine koymuş, uyuyordu adeta. Arada bir başını kaldırıp sağa sola bakıyordu. Zaman zaman da yazı tahtasında yazıp çizen öğrenciye bakıyordu. Engelli olduğu apaçık görülüyordu. Ders çıkış zili çaldı. İki öğrenci bu engelli öğrencinin kollarına girerek bahçeye çıkardılar. Okul bahçesi, yemyeşil çimenlik ve düz bir alan. Duvar yakınında,50 cm. kadar yüksekliğinde yapay bir tepenin üzerine oturttular engelli çocuğu. O iki öğrenci de, koşuşup oyun oynayan öbür öğrencilerin arasına katıldılar. Öğrencilerin arasında dolaşarak sohbet ediyoruz biz ikimiz öğretmenle. Bir ara öğretmene sordum: -Bu engelli çocuk, eğitimden yararlanamıyor. Neden okula geliyor? Öğretmen: -O engelli öğrenci, öbür öğrencilerin hareketlerinden ve konuşmalarından haz duyuyor. Ayrıca bu çocuk evde tutulsaydı bir kişi gerekli olacaktı bakacak ona. Bu çocuğun okula gelmesiyle o aile, bir kişilik iş gücü kazanmış oluyor. ''Biliyordum ama öylesine sordum''demedim bayan öğretmene, saygısızlık olur düşüncesiyle. Ders giriş zili çalınca öğretmenle vedalaşıp ayrıldık. Müdür odasına da uğrayarak teşekkür ettim ve benim okul ziyaretim tamamlanmış oldu...
DEMOKRASİLERDE HERKESE EĞİTİM 1.ABD,2.İngiltere,3.Türkiye 3.Türkiye. Anıl, Annesi ile halası tarafından getirildi bana. Kekeme ve altını ıslatıyor. Aralık ayında geldiler. Her iki olay da 6.sınıfa geçtikten sonra başlamış. Terapiye başlandı. Kekemelik terapisinde JAPON FALI adında bir oyun kullanıyorum. Bu oyun aslında 10'a kadar toplama çıkarma işlemine dayanır. Oyun arasında soruyorum: 3, 5 daha kaç eder? Anıl, ayağa kalkıp gözlerini kapatarak bağırıyor. -15. -5,4 daha kaç eder? Anıl gene ayağa kalkıp gözlerini kapatarak, 20 diye bağırıyor. Anıl, 10 sayısına kadar olan toplama çıkarma işlemlerini bilmiyor. Ama öğretmenin baskısı sonucu, bilinçsizce çarpım tablosunu ezberlemiş. Psikoterapi yöntemiyle 10'akadar toplama çıkarma öğrettim Anıl'a. Psikoterapi, haz kaynağına dayalı, üst düzey, kaliteli bir eğitim demektir. Anıl,10'a kadar toplama-çıkarmayı öğrendikten sonra anlamlı çarpmaya geçtik.2+2=4. -Burada kaç 2 var? -İki 2 var. -2,2 daha 4 eder.2 tane 2 dört eder.2 kere 2 dört eder. Anıl bilinçli olarak 5'e kadar çarpım tablosunu öğrendi. Annesine,''sınıf öğretmenini davet etsen buraya gelir mi?'' diye sordum. Sınıf öğretmeni geldi. İyi niyetli, zeki bir öğretmen, Anıl hakkında bilgi verdim öğretmene: -Anıl, normal zekânın alt düzeyinde. İlköğretim programında yazılı bilgileri öğrenemez.8 yıllık zorunlu eğitim uygulaması var ülkemizde. Zorunlu eğitim demek,7 yaş üzeri her çocuğun,8 yıl arkadaşlarıyla bir arada yaşaması anlamına gelir. Üstün zekâlı, geri zekâlı, kör, sağır, özürlü, her çocuk birlikte 8 yıl yaşayacaklar demektir. Anıl'a bir ilköğretim diploması verilse devletin ne zararı olur? Anıl, ömür boyu bir mutluluk yaşar. Öğretmen dedi ki bana: -Efendim sınıf geçme öğretmenlerin parmak kaldırmaları ile oluyor. Ben öğretmen arkadaşlara rica edersem dileğimi geri çevirmezler. Parmak kaldırırlar... Ders yılı sonunda Anıl'ın kekemeliği de, altını ıslatması da sona erdi. Bayramlarda ve kimi belli günlerde vesileler yaratarak arada bir arıyor beni Anıl. Gene bir gün telefon açtı: -Örtmenim, ziyaretine gelcem. -Bekliyorum Anıl, buyur gel. Kapı zili çaldı, açtım. Anıl kapıda. Elinde bir tutam çiçek: -Örtmenine çiçek götür dedi annem. Çiçek getirdim sana. Çiçeği aldım. Teşekkür ettim. Masaya oturduk karşılıklı. Anıl: -Örtmenim ben çalışıyorum. -Nerede çalışıyorsun. -Karşıyaka’da, bir cant fabrikasında. -Ne iş yapıyorsun? -Örtmenim, fabrikadan Cantlar çıkıyor, onları alıp depoya taşıyorum. Duvarın dibine yığıyorum. Konuşurken bir ara Anıl'ın gözleri parladı: -Örtmenim ben sigortalı işçiyim. Anıl'ın annesi babası da işçi ama yıllar boyu sigortalı olamamışlar. O nedenle sigortalı işçi demek, Anıl’a göre taçlandırılmış işçi demekti. Aradan geçti birkaç yıl. Anıl'ın annesi ile halası çıkageldiler: -Anıl'ı askere alıyorlar. Acaba nasıl olur? -Hiç merak etmeyin. Anıl, aslanlar gibi askerlik yapar, dedim. 5-6 hafta geçti. Saat 21.00 dolayında bir telefon: -Örtmenim iyi akşamlar. -Teşekkür ederim Anıl. Nerelerdesin? -Örtmenim ben Tekirdağ'dayım, askerlik yapıyorum. -Şu anda ne yapıyorsun? -Nöbetteyim örtmenim. -Nerede nöbet tutuyorsun? -Kuledeyim örtmenim. -Görevin ne orada? -Etrafta bir yaramazlık olursa komutanıma bildireceğim. -Anıl, nöbette telefonla konuşmak belki doğru değildir. Sonra gene görüşürüz, Tamam mı? -Tamam, örtmenim, iyi geceler. -Teşekkür, iyi nöbetler. Askerlik sonrası çıktı geldi Anıl. Sordum: -Ne iş yapıyorsun Anıl? -Cant fabrikasına girdim örtmenim. Patron beni bekliyormuş. Yorum: Anıl'ın zihin bahçesi tertemiz, Başka bir iş düşünmüyor. İşini severek yapıyor. Aynı yerde çalışan sigortasız işçiler de var. Üç ay süre ile başarılı çalışanları sigorta yaptırıyormuş patron. Ama Anıl askerlik dönüşü ilk gün sigortalanıyor. Anıl, başarılı bir öğrenci mi, değil mi? Bu sorunun yanıtını, okuyuculara bırakıyorum. Başka bir ülkede yaşanan benzeri bir olay da şu: Mutfak araçları üreten bir fabrika, okullara duyuru yapıyor.''Kaşık, çatal, bıçak düzine kutuları yapılacak. Çalışmak isteyen öğrencilere duyurulur.'' Bu çalışma için fabrika, büyük bir salon düzenliyor. Masalar üzerine kaşık, çatal, bıçak sandıkları konuluyor. Kutular da getiriliyor. Öğrenciler düzinelik kutuları hazırlıyorlar. Üç ay sonra şikâyetler gelmeye başlıyor satış merkezlerinden. 10.11.13.14’lük kutular çıkıyor kutulardan. Fabrika araştırma yapıyor. Sonuç: Zekâ düzeyi normal ve aşağıda olan öğrencilerin hazırladıkları kutularda yanlışlık yok. Zekâ düzeyi üstün olan öğrencilerin hazırladıkları kutularda oluyor yanlışlıklar. Neden? Yapılan paket sayısına göre ücret alınacağı için üstün zekâlı çocuklar çok hızlı sayım yapıyorlar. 1'2'3'....Ama zekâ düzeyi aşağıda olan öğrenciler, kazanacakları paraya takılmadan, talimata tam uyuyorlar.1----2-----3----11----12.... Her bireyin, zekâ ve yeteneğine göre yapabileceği bir iş vardır bu yer kürede. Yeter ki o birey gereksinmesi olan eğitimi alabilmiş olsun...
GÜNEŞLE DANS EDEN KIZ
Günbahar
Yıllar yıllar öncesiydi, Ece adı verilen güzel bir deniz varmış. Eskilerin dediklerine göre bu denizin bir ucu Karadeniz'e, bir ucu da Akdeniz'e ulaşırmış. Karadeniz'in soğuk suları Ece denize akar, Ece denizde ısındıktan sonra da Akdeniz'e akarmış. Karadeniz suları soğuk, Akdeniz suları sıcakmış. Ece Deniz sularıysa ılıkmış. Karadeniz'in kıyıları yüksek kaya duvarlarla, Akdeniz'in kıyıları düz ovalarla bezenmiş. Ece Denizin kıyılarıysa kıvrım kıvrım nakış örmeler gibiymiş. Bu nakış örme kıyılar, Karadeniz'den Akdeniz'e kadar uzayıp gidiyormuş.
Ece Denizin kıvrım kıvrım, nakış örmeler gibi uzayıp giden kıyılarının ortalarında bir körfez varmış. Doğuya doğru uzayıp giden bu körfezin ucuna bir kent kurulmuş. Giderek büyüyen kent sokaklarında delikanlı kızlar, oğlanlar gezinir eğlenirmiş. Sokakları süsleyen delikanlılar arasında, çok sevilen Güzel bir varmış.
Bu Güzelkız, Yaz günlerinde sokağa çıktığında Güneş'in önüne bir bulut gelirmiş. Gölgelenen kent sokaklarını, deniz yeli okşar dururmuş. Sıcak yaz mevsimi bahara dönermiş. Kış günlerinde sokağa çıktığında da güneş parlar ve bahar basarmış kent üzerine.
Yazı kışı bahar olan bu kentte, mutlu ve coşkulu insanlar yaşayıp gidiyormuş. Güzelkız sokağa çıktığında kent halkı da sokaklara doluşurmuş. Genelde deniz kıyısında toplanırmış kalabalık. Denizin küçük dalgalarını yalayıp gelen deniz yeli, tatlı bir ezgi sunarmış kıyılara. Güzelkız'la kent halkı,gün boyu şarkılar söyler dans edermiş..Yıllar geçtikçe Güzelkız ile kent halkının yaşantısı bütünleşmiş.
Bu güzelkız ile bu güzel kentin ünü, çok uzak ellere kadar duyulmuş. Kentteki coşkuya katılmak için uzak ellerden de gelenler oluyormuş. Gün batımına doğru kent halkı evlerine giderken yaban ellerden gelenler de deniz kıyısındaki çimenlerin üzerine uzanıp uyurmuş. Tatlı düşler içinde geceyi yaşayan konuklar, güneşin doğumuna doğru uyanır ve uykulu gözlerle evlerine doğru yollanırmış. Kış günlerindeyse kent halkı birer ikişer ellerinden tutup evlerine götürürmüş konukları.
Coşkuyla yaşanan bir Sonbahar günü, uzak ellerden gelen yaşlı bir bayan sormuş:
-Kızım senin adın ne?
-Adımı ben de bilmiyorum, herkes bana Güzelkız diyor. İstersen gidip anneme ve babama sorar öğrenirsin. Böylece ben de gerçek adımı öğrenmiş olurum.
Hiç üşenmeyen yaşlı bayan arar sorar, bu Güzelkızın yaşadığı evi bulur. Kapıyı tıklatır ve karşısına çıkan bayana sorar:
-Güzelgız bu evde mi yaşıyoo?
-Evet.
-Sen annesi misin?
-Evet.
-Merak ettim, yoruldum geldim güzel hanımım. Güzelgızın çocukluk adı va mı?
-Teyzeciğim Güzel kızımın çocukluk adı vardı.Üç yaşından sonra kendisi de,kent halkı da unuttu..Onun çocukluk adı Günbahar’dı.
Yaşlı bayan olanca gücünü toplayıp belini de doğrultarak dikeldi:
-Günbahar’ı görünce ben de bahar gibi oldum gızım. Evinizde, kentinizde,bu güzel ellerde, Günbahar gızınızla birlikte,uğur içinde nice yıllar yaşamanızı diliyorum.
Gel zaman git zaman Günbabar kızın ünü çok uzaklara duyulmuş.Dağları, dereleri, tepeleri, denizleri aşarak Yurup denilen kıtadaki ülkelere kadar ulaşmış. Ece Deniz'in Batı kıyısındaki Akılsız Kral da Günbahar kızın ününü duymuş.Yurup kıtasındaki öteki krallar,bu Akılsız Krala
akıl vermeye başlamış:
-Senin ataların, üç bin yıl önce, Ece Denizi aşarak Anadolu’ya geçti.Truva’yı fethetti.Avrupa’nın Anadolu’da kazandığı ilk savaştır Truva savaşı.Sen de Anadolu’nun ikinci fatihi olacaksın.
Çevredeki kimi bilge kişiler de akıl veriyormuş bu Akılsız Krala:
-Truva’nın son kralı Priamus’un güzel kızı Prenses Kassandra, geleceği önceden biliyordu.Simirna’da yaşayan Günbahar kız da geleceği önceden biliyor.O kızı sarayına alırsan hem kendi geleceğini hem de ülkenin geleceğini önceden öğrenerek mutlu ve güvenli bir yaşam sürersin.
Kent halkı da gece gündüz Akılsız Kralın sarayı çevresinde gösteri yapıyormuş:
- Ey sevgili ve Büyük Kralımız, Ece Deniz’in doğu kıyısındaki Simirna’ya neden savaş açmıyorsun. O kent Truva’nın komşusu değil mi? O kentte yaşayan Günbahar kız da prenses Kassandra değil mi? Prenses Kassandra geleceği önceden biliyordu.Günbahar kız da geleceği önceden biliyor.Ayrıca Günbahar kızın güzelliği gökyüzüne ağıyor. Onun güzelliği Kışı bahar, Yazı da bahar yapıyor. Adı gibi yaşadığı her gün ve her yer bahar oluyor.
Yurup kıtasındaki engeltere kralı, da büyük gemiler göndermiş bu akılsız krala.Yurup kıtasındaki öteki kralların oyununa gelen Akılsız Kral,askerlerini bu gemilere doldurup Ece denizi aşarak Simirna kentine ulaşmış.Günbahar kız’ın evi denizden 500 arşın kadar içerideymiş.Çevresinde başka avluların da bulunduğu kocaman bir avlu içindeymiş.Kocaman bir demir kapıdan girilirmiş avluya. Günbahar kızın evinin yerini öğrenen kral, komutanlarıyla birlikte demir kapıya dayanmış. Akılsız Kral emir vermiş ve askerler kapıyı zorla açmış. Evinin avlusundaki gürültüleri duyan Günbahar kız, evinin kapısının önüne çıkmış. Kapı önünde Günbahar kızı gören Akılsız Kral bağırmış:
-Ey Günbahar kız! Bundan böyle benim sarayımda yaşayacaksın.Benim ülkemde de kışlar bahar olacak,yazlar bahar olacak…Bundan sonra dört mevsim bahar olacak benim ülkemde..
O anda Günbahar kız’ın dili tutulmuş. Günbahar'ın yanına varan Akılsız Kral ile komutanları, Günbahar’ın ağzından tek ses alamamış. Günbahar kız ağzını açıyor, nefes alıp veriyormuş ama ağzından ses çıkmıyormuş. Günbahar kızın konuşamadığını gören Akılsız Kral:
-Önceden haber vermeden geldiğimiz için kız korktu, dili tutuldu. Şimdi gidelim, yarın gene geliriz.
Akılsız kral Günbahar kıza bağırıp çağırırken Günbahar kız da Akılsız kralın gözlerine bakıyormuş. Akılsız Kralın geleceğini görmüş ama konuşamadığı için kimselere söyleyemiyormuş. Söylese de o anda inanacak kimsecikler yokmuş. Yüzlerce yıl önce Kassandra’nın da geleceği görüp söylediği halde kimseye inandıramadığı gibi olacakmış.
Akılsız Kral. Yanındaki komutanlarıyla birlikte, kıyıdaki gemisine dönmüş. Komutanlar, doktorlar, bilim adamları ve papazlar ile toplantı salonunda bir toplantı düzenlemiş. Günbahar kızın konuşamaması üzerine uzun uzun konuşulup tartışılmış ama bir sonuca varılamamış. Günbahar kızın dilinin tutulma nedeni,bir türlü açıklığa kavuşmamış...
Onlar geminin toplantı salonunda konuşa dursun, Yıldız Falcısı da kral gemisinin güvertesine çıkarak gece yarısına kadar gökteki yıldızları izlemiş. Toplantı sona ermek üzereyken Akılsız Kral, yıldız falcısını çağırmış ve sormuş:
-Söyle ya Yıldız Falcısı, yıldızlar ne söylüyor Günbahar kızın konuşmaması nedendir?
Yıldız falcısı:
-Yüce Kralım, yarın gün batımında, sorunuzun yanıtını bulacaksınız.
Ertesi gün, Güneş batarken Yıldız Falcısını güverteye çağırmış kral:
-Güneş battı Yıldız Falcısı. Güzel kızın konuşması için nedir ki umar?
. Yıldız Falcısı:
-Sevgili büyük kralımız, yıldızlar diyor ki Günbahar kız, ay tutulmasına uğradı. Gökteki ay parçalanırsa Günbahar kız da konuşurmuş. O nedenle şu karşıdaki dağın tepesindeki ayçayı kılıcınızla ikiye bölerseniz Günbahar kızın dili açılırmış.
Kentin doğu yanındaki dağın tepesine bakan Akılsız Kral, dağın doruğunda pırıldayıp duran ayçayı görmüş. Ayçanın ilk göründüğü dağ yamacına Ay dibi deniyormuş. Yerinden fırlayan Akılsız Kral, ordusuna emir vermiş. Akılsız Kralın ordusu Aydibi tepesinin doruğuna ulaştığı zaman, uçuvermiş Ayça öbür dağın doruğuna.
O gece Ay dibi tepesinin doruğunda konaklamış ordu. Ertesi günü erken saatte yürüyüşe geçen ordu, akşama doğru karşı dağın eteğine ulaşmış. Güneş batar batmaz dağın doruğunda görünmüş Ayça. Akılsız Kral hemen ordusuna emir vermiş. Akılsız Kralın ordusu dağın doruğuna ulaştığında, bu kez de karşı dağın tepesine uçuvermiş Ayça.
-Böyle böyle nice dağlar aşılmış, nice mevsimler geçmiş, bir türlü ulaşılamamış Ayça'ya. Bu arada Akılsız Kralın ordusunda yorgunluk ve yılgınlık başlamış. Bir kez daha çağırmış Yıldız Falcısın Akılsız Kral:
-Ey Yıldız Falcısı, aylar, mevsimler geçti, iki yıl tükenip gitti.Dağlar dereler,tepeler geçtik. Ayça, dağdan dağa uçup gidiyor.Bu işin sonu ne olacak?
Yıldız Falcısı:
-Yüce kralım, yıldızların dediğine göre ayça'yı ikiye bölmek olanağı yokmuş. Yurup krallarının yüce kralımızı aldattığı gibi yıldızlar da beni aldatmış. Gök yüzüne baktığım zaman incecik bir ayça görünüyor ama giderek dolunay oluyor. Ayrıca incecik ayça’nın önünde her zaman bir yıldız oluyor. Bu incecik ayça ile o yıldızı ayırmak, olası değilmiş.
Yıldız Falcısının bu sözü üzerine, Akılsız Kral, komutanlarını toplantıya çağırmış. Kral hazretleri, komutanlarıyla konuşa dursun,günbahar kızın ülkesinde yaşayan insanlar da boş durmamış.İlk olarak ülkenin doğu bölgesinde bulunan İrizorum beldesinde bir toplantı yapılmış. Sonra da İsvasya beldesinde ikinci toplantı yapılmış.
Bu toplantılar sonunda,ülkenin orta bölgelerinde bulunan Engürü denilen beldede toplanmış ülke halkı..Engürü beldesinde bir meclis kurulmuş.Bu meclise bir başkan seçilmiş.Akılsız Kralın yaptıkları,ülkedeki tüm insanlara anlatılmış.Ülkenin her yanından pek çok insan, Engürü beldesine akmaya başlamış .
Engürü beldesine gelen insanların kimileri meclise üye olmuş, kimileri de asker olmuş. Kimileri de hem meclise üye olmuş, hem de asker olmuş.
Engürü'de bir ordu kurulmuş. Meclis başkanı bu ordunun da komutanı olmuş. Engürü ordusu ile Akılsız Kralın ordusu arasında savaş başlamış. Bu savaş tam üç yıl,üç ay ve 15 gün sürmüş.Akılsız Kralın ordusu,Ay ve yıldızı yakalayıp parçalamak için savaşıyormuş.Engürü ordusu ise ay ve yıldızı korumak için savaşıyormuş.Engürü ordusu,Ay ile yıldızın hep göklerde kalmasını istiyormuş.
İki ordu arasında büyük savaşlar olmuş. Zaman uzadıkça kralın askerleri korkmaya başlamış. Engürü askerlerinin yürekleriyse gün gün daha da güçleniyormuş. Engürü askerleri, ülkelerini Akılsız Kral ordusundan kurtarmak için ölesiye savaşıyormuş. Sonunda Akılsız Kralın askerleri kaçmaya başlamış.
Dokuz gün, dokuz gece sonra,Engürü ordusu,Günbahar kızın yaşadığı kente girmiş.Günbahar kızın avlusunun demir kapısı,kendiliğinden şangur,şungur açılıvermiş.Bunu duyan Günbahar kız,avluya,avludan da sokağa fırlamış.Sokaklarda 'Yaşasın ay yıldız' diye bağırmaya başlamış.Hem koşuyor,hem dans ediyor,hem de şarkılar söylüyormuş.Günbahar kız,koşa koşa,dens ederek ve şarkılar söyleyerek deniz kıyısındaki Konak denilen alana varmış. Ne olduysa o anda olmuş işte. Üç yıl boyunca kapkara görünen gökyüzü parlamış. Güneşin önünde boğum boğum ak bulutlar dönüşmeye başlamış. Günbahar kızın sokağa çıktığını anlayan kent halkı da fırlamış sokaklara.
Konak alanı, kent halkıyla dolup taşmaya başlamış. Körfezinin öteki yakasında yaşayanlar da kayıklara binerek Konak alanına gelmeye başlamış. Kayıklara yetişemeyenler de yüzerek geçmişler körfezi. Bornova, Bucara ve Yalıcık semtlerinde yaşayanlar da konak alanına koşmuş. Bu arada,yenilgin askerlerin gemileri, kıyıdan uzaklaşmaya başlamış.
Konak alanında toplanan halk, hem gemilerle kaçan askerleri yuhalıyor hem de şarkılar ve danslarla Engürü askerlerinin kente girişini kutluyormuş. Engürü askerleri de katılmış Konak alanındaki coşkuya. Ben diyeyim on bin,siz deyin yüz bin kişi,Konak alanında dans edip şarkılar söylemeye başlamış.
Konak Alanı yakınındaki Bahri Baba parkı, ormanlıkmış o yıllarda. Yüksek çam ağaçlarıyla kaplı olan Göztepe ise yukarılara doğru uzayıp gidiyormuş. Konak alanı dolup taşınca Bahri Baba parkına doğru akmaya başlamış kalabalık. Bahri Baba parkından da şarkılarla, halaylarla Göztepe'ye yönelen kalabalık, Göztepe doruğuna ulaşmış.
Göztepe doruğuna ulaşan kalabalık, şarkılar söyleyerek dolana dolana dans ediyormuş. Günbahar kız, doruktaki ilk halka içinde dans ediyormuş. Günbahar kızın tatlı ezgileri, çınlayıp gidiyormuş gök yüzüne doğru.
Gökyüzündeki bulutlar Gözte’yi öpmek için eğiliyormuş. Körfez, biteviye, çırpınıp duruyormuş. Bu coşku yaşanırken Günbahar kız, belinden çıkardığı ay yıldızlı bir bayrağı, Göztepe doruğundaki yüksek bir çam ağacının dalına asmış. Ne olduysa o anda olmuş işte. Günbahar kız, Göztepe'yi öpmeye eğilen bulutlarla kucaklaşıvermiş.
Günbahar kız, Göztepe doruğundaki coşkunun esintisiyle bulutlarla birlikte yükselmeye başlamış.
Bulutların arasında tek başına, şarkılar söyleyip dans ederek süzülüp gidiyormuş. Gözler, uçup giden Günbahar kıza dikilmiş kalmış. Yüz binlerin coşkusu duruvermiş ansızın.
Körfez üzerinde, bulutlar arasında süzülüp giden Günbahar kız,Batıya yönelmiş.Güneş ile denizin öpüştüğü anda,Güneşe ulaşmış ve Güneşle dans etmeye başlamış. Denizin, Güneş ile Günbahar kızı kucaklayıp sarmalamasına kadar sürmüş bu gizemli dans. Gökyüzü ile deniz, Güneş ile de Günbahar kız birbirlerine sarılmış. Güneşle birlikte Günbahar kız da denizin gerilerine süzülüp gitmiş. Göztepe’deki kalabalık, yerinde dura kalmış. Nefesler kesilmiş, fısıltı çıkmaz olmuş.
O an deniz kıyısında bir kıpırdama görülmüş. Sağa sola açılan kalabalık arasında, ağır ağır ilerleyen ak atlı bir adam görünmüş. Ak atlı adam, yukarıya doğru ilerledikçe, kalabalık sağa sola açılıyormuş.
Ak atlı adam, Göztepe'nin doruğuna gelmiş. Ay yıldızlı bayrağın asıldığı çam ağacının altında durmuş. Bir düş evreni içinde, ak atlı adamı izliyormuş kalabalık. Körfezin kıyılarını, Göztepe’nin yamaçlarını ve doruğunu,boğum boğum dolduran o büyük kalabalığa demiş ki ak atlı adam:
-Günbahar kızın, güzel kentinin, güzel insanları! Şu çam dalında dalgalanan ay yıldızlı bayrağı, Günbahar lkız armağan etti bizlere. Sonra da yücelerden yücelere uçtu gitti. Günbahar kızın anısıyla bu ay yıldızlı bayrak sonsuza dek göklerde dalgalanacaktır. Bizler de sonsuza dek yüreğimizde saklayacağız Günbahar kızın anısını. Bakın, deniz Güneşi kucakladı. Körfez dingin, mutlu ve gururlu. Günbahar kızın anısıyla dönün evlerinize. Yüreğinizdeki sevgiyle sarılın yarınlarınıza!
Dalga dalga dağılmaya başlamış kent halkı. Göztepe, sessizliğe bürünmüş. Göztepe doruğunun yukarılarında dolunay parlayıp duruyormuş. O an başka güzel bir kız görünmüş Göztepe doruğunda. Bu güzelkız, Ak atlı adamım atının önüne dikilmiş. Süzülüp yücelerden yücelere ulaşan güzel günbahar kıza benziyormuş bu kız da. Ak atın dizginini tutarak yedeğine almış. Yamaçtan aşağıya doğru, yavaş yavaş yürümeye başlamış.Ak at da Güzelkızı izliyormuş .Yamaçtan aşağı inerken ak attaki adam kıza sormuş:
-Senin adın ne:
-Latife.
-Beni tanıyor musun?
-Elbet tanıyorum. Seni kim tanımaz ki beyim. Sen Engürü ordusunun baş komutanı Gazi Mustafa Kemal Paşasın.
Latife Kız, peşindeki ak atı yederek körfeze yakın bir köşkün önüne gelmiş. Köşkün mermer merdivenleri önünde durmuş. Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya bakarak:
-Burası bizim evimiz. Lütfen bizim evimize konuk olur musunuz?
Gazi Mustafa Kemal Paşa,körfez kıyısına doğru bakmış.Körfezin kıyısında, bir bölük süvari birliği Duruyormuş..Latife kız da körfeze doğru bakmış. O da görmüş süvari birliğini ve demiş ki:
-Benim babam zengindir, deve kervanı vardır. Aydın ellerinden üzüm, incir pamuk tarım ürünleri taşır bu kente. Bu ürünler kent limanında gemilere yüklenerek Akdeniz limanlarına götürülür. Evimizde hepinizi konuk edebiliriz.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, körfezin kıyısındaki süvarilere el sallamış. Süvari birliği tırısa kalkarak gelip Gazi Mustafa Kemal Paşanın önünde sıralanmış. Süvari birliğinin önünde üç paşa varmış. Gazi Mustafa Kemal paşa ile öteki paşalar, atlarından inmiş. Süvari birliği de köşkün çevresini çember gibi sarmış. Atlarından inerek Göztepe yamacındaki çam ağaçlarına atlarını bağlamış. Atlarının eğerinde sarılı olan battaniyelerini çıkarıp yere sermişler. Dokuz gün dokuz gece süren savaşın yorgunluğunu çıkarmak için battaniyelerinin üzerine uzanıp uykuya dalmışlar. Nöbete kalan iki süvari de dolanıp duruyormuş köşkün çevresinde.
Süvari birliği yerini aldıktan sonra, mermer merdivene yönelmiş paşalar. Latife kız, basamakları ikişer üçer atlayarak balkona çıkmış. Balkondaki büyük masanın kıyısında durup paşalara dönerek:
-Evimize hoş geldiniz, masamıza buyurmaz mısınız?
Hızlı adımlarla merdiven basamaklarını çıkan paşalar masaya oturmuş. Latife kızın annesi ile babası ve ablası, evin kapısının önünde ayakta duruyormuş.Gazi Mustafa Kemal Paşa seslenmiş onlara:
-Lütfen ev sahipleri de buyursun masamıza!
Evin balkonundaki masada sekiz kişi olmuş. Herkes mutluymuş ve herkes gülümsüyormuş. Göztepe uykuya dalmış. Körfez sessizliğe bürünmüş. Dolunay pırıl pırıl gülücükler göndererek batı ufkuna doğru eğiliyormuş. Bu arada en mutlu olan da dolunaymış. Çünkü Güneşle dans eden Güzel kızın mutluluğunu görebiliyormuş. Kentte yaşayan insanların mutluluğunu görebiliyormuş. Masada oturan sekiş kişinin de mutluluğunu görebiliyormuş.
Bu mutluluk evreni yaşanırken bir ara Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın yüzü gölgelenmiş. Latife Kız hemen sormuş:
-Paşam neden hüzünlendiniz?
Gazi Mustafa Kemal Paşa, Latife Kızı yanıtlamış:
-Körfezdeki yabancı gemiler çirkinleştiriyor körfezi.
Latife Kız:
-Paşam, söyleyin, çekip gitsinler.
-İngiltere konsolosluğuna yazmak gerekiyor.
-Yazın gitsin Paşam.
-Ben Fransızca biliyorum, İngilizce bilmiyorum. Paşalar da İngilizce bilmez.
’Ben İngilizce biliyorum.’’ diyerek içeri koşmuş Latife Kız. Elinde bir kitap,bir kağıt ve bir de hokka- divitle dönmüş masaya.Kitabın üzerine koymuş kağıdı. Dividin ucunu, hokkadaki mürekkebe batırmış ve demiş ki:
-Hazırım Paşam.
Gazi Mustafa Kemal Paşa açık açık söylemeye başlamış:
-Biritanya İmparatorluğu, İngiltere Hükümetinin İzmir Baş Konsolosluğuna, Körfezdeki savaş gemilerinin, körfezde bulunmasında sakınca görülmüştür. Yarın gün doğana kadar körfezden ayrılmaları uygun olacaktır. Değilse bu gemiler düşman gemileri sayılacaktır…
Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya imzalatmış yazıyı Latife Kız. Kitabın içinden çıkardığı bir zarf içine koymuş yazıyı. Zarfın kapağını kapatıp Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya vermiş. Gazi Mustafa Kemal Paşa da solunda oturan paşaya vermiş. Zarfı alan paşa, hızlı adımlarla merdivenlerden inerek atına atlamış. Dörtnala kıyıya ulaşıp, Konak alanına varmış. Aynı hızla İngiltere Konsolosluğuna ulaşmış. Zarfı ilgililere vererek çarçabuk dönmüş köşke. Üçer beşer atlayarak çıkmış merdivenleri. Masada oturanları askerce selamlamış. Gazi Mustafa Kemal Paşa, o paşaya teşekkür ettikten sonra demiş ki:
-Görev tamamlandı, yemeğe huzurla başlayabiliriz.
Yemek çok neşeli geçiyormuş. Dokuz günden bu yana ilk kez böyle neşeli ve güzel bir yemek yiyormuş paşalar. Yemek sonunda hemen odalarına çekilmişler. Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya bir oda ayrılmış. Diğer üç paşaya da bir oda ayrılmış. O gece sabaha kadar, paşalar kesintisiz uyumuş.Gazi Mustafa Kemal Paşa uyandığı zaman,güneş epeyce yükselmiş.Yatağından Kalkıp banyo odasına girmiş. Önce tıraş olup, sonra banyo yapmış. Aylardır çantasında taşıdığı tören elbisesini giymiş.
Ev sahipleri ile paşalar, balkondaki kahvaltı masasına oturmuş. Balkona çıkan Gazi Mustafa Kemal paşa, körfeze bakmış. Masada bulunanlar da gözlerini çevirmişler körfeze. Aman Allahım, görünen tablo inanılacak gibi değilmiş. Yabancı savaş gemileri çekilmiş gitmiş körfezden. Tatlı bir imbat esintisiyle yüzlerce kayık, kuğular gibi körfezde dolaşıyormuş. Masmavi körfez suları, üzerinde dolaşan kayıkları kucaklayarak öpücükler sunuyormuş. Kayıklardaki kadınlı erkekli kişiler de coşkuyla el sallıyorlarmış Latife Kızın köşküne. Kayıklarda bulunanlardan çoğu da ellerindeki ay yıldızlı bayrakları sallayarak bir marş tutturmuşlar:
Yurdumun dağlarında çiçekler açar
Ay yıldız ordusu, esenlik saçar
Düşmanlar bozulmuş, kaçar ha kaçar
Var olsun yurdumun kahramanları...
Yurdumun dağlarında bekledim durdum
Şehit olanları kalbime koydum
Öksüz yavruları yanıma aldım
Var olsun yurdumun kahramanları...
Ayağa kalkarak körfezdeki tabloyu uzun uzun inceleyen Gazi Mustafa Kemal Paşa, ’Şimdi afiyetle yapabiliriz kahvaltımızı.’ diyerek sandalyesine oturmuş. Ev halkı ile paşalar da sandalyelerine oturmuş.
Kahvaltıdan sonra, köşkün yakınındaki nöbetçi süvariyi çağırmış Gazi Mustafa Kemal Paşa. Göztepe'nin doruğundaki çam ağacında asılı ay yıldızlı bayrağı getirmesini söylemiş. Uçar gibi bir atılımda, süvari doruğa ulaşmış. Ay yıldızlı bayrağı getirip öptükten sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya vermiş. Gazi Mustafa Kemal Paşa da ay yıldızlı bayrağı Latife Kıza vererek demiş ki:
-Yücelerden yücelere ulaşa Günbahar kızın, Latife Kıza armağandır bu ay yıldızlı bayrak. Sonsuza dek korunup gözetilecektir.
Latife kız, bayrağı eline alıp öptükten sonra götürüp köşkün salonuna asmış.
Eskilerin dediğine göre Gazi Mustafa Kemal Paşa, on beş gün kadar kalmış köşkte.Sonra yanındaki
Paşalarla birlikte trene binerek Engürü’ye gitmiş. Süvariler de atlarına atlayarak Engürü yolunu tutmuş.
Paşalar köşkten ayrıldıktan sonra köşke ziyaretler başlamış..Bu ziyaretler zamanla gelenekleşmiş. Köşkü ziyaret edenlerin gözüne ilk çarpan, salonda asılı bayrak olurmuş. Uzun uzun ay yıldızlı bayrağa bakarak yücelerden yücelere ulaşmış olan Günbahar kız, kutlanırmış. Giderek uzak ellerden de Latife Kızın köşküne ziyaretler başlamış. Göztepe’lilerin dediklerine göre bu ziyaretler, o yıllardan bu yana sürüp geliyormuş.
Engürü ordusunun bu kente girdiği yıldan bu yana çok zaman geçmiş. Ama Göztepe'liler o günleri hiç unutmamış. Her yıl, Engürü ordusunun, kente girdiği günün yıl dönümü kutlanırmış. Çevre ellerden, çok uzak ellerden de katılanlar olurmuş bu kutlamalara. Akşama doğru, kutlamaya gelenlerle Göztepe doruğu dolar taşarmış Topluca Güneşin batışı izlenirmiş. Güneş ile denizin öpüştüğü anda, Günbahar kız ile güneşin dans ettiği görünürmüş.
Sevgili okuyucu, kim bilir belki bir yıl dönümü akşamında, sen de Göztepe doruğuna çıkarsın. Güneş ile denizin öpüştüğü anda, Günbaha kız ile Güneşin dansını görürsün.
Göztepe'liler ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…
--------------------------------
Öykü üzerine sorular:
1.Günbahar kızın yaşadığı kent neresidir?
2.Adı Ece olan denizin şimdiki adı nedir?
3. Akıl Kralın ülkesinin adı nedir?
4.İrizorum, İsvasya, Engürü denilen beldelerin şimdiki adı nedir?
5.Yurup kıtasındaki, Engeltere denlen ülkenin bu günkü adı nedir?
6.Engürü'de meclis kuran kişi kimdir?
7.Engürü askerleri, günbahar kızın yaşadığı kente hangi tarihte girmiştir?
8.Bu güne dek hiç Göztepe’ye çıktınız mı